Oyt'un Dünyası

yazılar

KOP

KOP NASIL YAZILDI?

Rüyalarda kendine seslenen gizemli bir kadına cevap vermesiyle başladı Çise’nin macerası. Boyuta hükmeden Oyuncakçı’nın kayıp olduğunu, boyutların, Oyuncak Dünyası ile kendi dünyası arasındaki kapının o olmadan açılamadığını baş büyücü Vera’dan öğrendi. Çocukların oyuncaklarından mahrum kalmasını, sevgiden ve hayal gücünden yoksun kalmasını engellemek için korkusuzca Oyuncak Dünyası’na gitti. ‘En Karanlık Arzu’ ile yüzleşti, Oyuncakçı’yı ararken bir nebze olsun kendini buldu. Evet, yüzdeyde bunlar oldu fakat gerçek hikaye neydi? Pek çok kişinin ‘rüyalardan seslenen bir kadın’ fikrinin ürkünç, karanlık, kasvetli hatta korkunç olduğunu söylediğine şahit oldum. Peki, Çise’nin hikayesi gibi, bunların ne kadarı gerçek ne kadarı hayaldi? Şimdi bu yazıyla geçmişe, her şeyin başladığı yere dönüyoruz. Kitap yazmak isteyenler, yazdığı kitabı bastırmak isteyenler, ne yapacağına dair en ufak fikri olmayanlar, umudu olanlar, umudunu kaybetmek üzere olanlar… Belki yaşadıklarım sizin de yolunuzu bulmanıza yardımcı olur.

 

Karanlık Kalp serisini bitirmemin üzerinden 1 yıl geçmişti. Kitap basım işlerini araştırdıkça yüreğim daralıyor, imkansızlıklardan imkansızlık beğeniyordum. 1500 sayfalık bir kitabı tanınmamış, daha önce tek sayfa bile yazmamış bir yazar adayı olarak bastırmam imkansızdan bir ‘tık’ daha zor gözüküyordu. Hayallerin peşinde zorluklar zaman zaman çaresiz kalır, onlar bile inanca ve iradeye teslim olur. O sırada aklıma parlak bir fikir geldi. Kendi kendime neden bütün hikayeden farklı bir zamanda, Lanetli Kalp’i yazarken keyif aldığım evrenlerden birinde geçen kısa bir hikayeye yazmayayım ki diye düşündüm. Böylece kısa bir kitabı gerek editörel, gerekse mali olarak finanse edebilecektim. Evet! Fikir aklıma yatmıştı ama 1500 sayfa yazdıktan sonra ortada ne bir konu, ne de anlatacak bir hikayem kalmıştı. Tam o dönemlerde sevdiğim bir arkadaşımı kaybettim. Varlığının dünyadaki iyi insanlara (+1) yazdığı, yokluğunun ise hanemize fazladan (-) attığı güzel insanlardan biriydi. Kayıplarla aramın iyi olduğunu söylemek büyük bir yalan olur. Şimdiye kadar gerçekten yakınımdan birinin hayatımdan temelli gittiğini görmemiştim. Bahsi geçen arkadaşım hayat bizi farklı farklı yerlere sürüklemesine rağmen beni saçma bir sebepten arar, dünyadaki en alakasız bir konu için İngilizce çevirisinin doğru olup olmadığını sorardı. Kendini hatırlatma biçiminden mütevellit bu dünyadan çekip gidişini çok hoş karşıladığım söylenemezdi. 

 

Arkadaşımın aramızdan ayrılışının üzerinden bir kaç ay geçtikten sonra pek çok kişinin ‘korkunç’ bulduğu o olayı tecrübe etmeye başladım. Gece uykularımdan ismimin söylenmesi ile uyanıyor ve sonrasında da geri uyuyamıyordum. Yaklaşık bir hafta kadar aynı şeyi yaşamaya devam ettim. Bilincimin altı ile üstü birbirine girmiş, alt üst olmuştu. Neyin gerçek neyin rüya olduğu arasındaki çizgi uykusuz oluşumdan da mütevellit iyice silikleşmişti. Her şeyi denememe rağmen ses gitmiyordu. O dönem son çare olarak paranormal işlerden sorumlu içişleri bakanı anneme danışma kararı aldım. Annem konuyu gayet soğukkanlılıkla karşılayarak kitapta geçen cümleyi kurdu; ‘’Hmmm… Peki, sana seslenince cevap vermeyi denedin mi?’ Delilikle bulunduğum noktadaki çizginin inceldiğini ve birbirini taciz etmeye başladığını düşünmüştüm. Bir yandan da bu uykusuzluk bitmeliydi. Bir gece, yine sesi duyduğumda ‘Efendim?’ diye cevap verdim. Devamında nelerin olduğunu anlatmayacağım. Sadece o sesin sonu Kayıp Oyuncakçı’nın Peşinde’nin başı oldu.



Hikayenin Lanetli Kalp serisindeki en sevdiğim boyutlardan biri olan Oyuncak Dünyası’nda geçmesini istediğimden emindim. Oyuncaklar ve çocukluk bana her zaman saflığı ve gamsızlığı ile huzur vermiştir. Hayal dünyasında, kimsenin anlayamadığı bir gerçeklikle bir sopa keskin bir kılıca dönüşür çocuğun elinde. Küçük bir kum tepesi fethedilmesi imkansız bir dağ, yapraksız bir ağaç dünyanın en korkunç yaratığına dönüşüverir o amansız diyarlarda. Ta ki yetişkinlik bize tüm bunların saçma olduğunu, ‘bir çocuk’ gibi davranmanın kötü olduğunu söyleyene kadar. Bu yüzden Erlos’un Çise’ye söylediği “Çoğunluğun hayallerini terk etmeyi tercih etmesi onları akıllı, akıl hastanelerindekilerini ise deli mi yapar? Ya onlar gerçekliği tüm çıplaklığı ile görüp hatırlayanlarsa? Azınlık olmaları onları haksız yapar mı?” sözü ruhumu incitir derinlerde. Ya zorla itildiğimiz bu ‘suni’ gerçeklik ‘gerçek’ gerçeklikten çok uzaklarda ise? Çise Oyuncak Dünyası’na geldiğinde geçmişe dair orada yaşananları hatırlamaz çünkü gerçekte de yetişkinlik o güzel çocukluk anılarımızı yavaş yavaş siler. Ancak Oyuncak Düyası’nda geçirdiği vakitle ve oranın havasını ciğerlerine solumasıyla birlikte anıları yerine dönecektir. Çocukluk oyuncaklarınızı veya çocukluğunuza dair herhangi bir şeyi saklıyorsanız çıkarın, karşısına oturun. Bırakın hafızanız sizi şaşırtsın. Bir anda kendinizi o diyarlarda bulacaksınız.

 

Küçükken oyuncaklarımla saatlerce oynar, çılgınlar gibi hayaller kurar, benim yanlarında olmadığım zamanlarda kendi hayatlarını yaşadıklarına inanırdım. Kendi odamdan oyuncaklarımı yüklediğim hayali uçağı kardeşimin odasına götürür, onun bebekleri ile benim savaşçılarımın sosyalleştiklerini hayal ederdim. Hikayemin nasıl başlayacağı ve hangi evrende geçeceği hazırdı. Sadece bir drama ihtiyaç vardı ve o anda Oyuncakçı ortadan kayboluverdi. Oyuncak Dünyası’nı gerçekten anlamak için onu inşa ederken kullandığım ‘Sufizm’e bakmak gerekir. Aether, sözde yaşam nefesi aslında sufizmdeki nefestir. Oyuncakçı’nın onu muhafaza etmek için kullandığı, bastonun içine sakladığı alet ise ‘Ney’i temsil eder. Ağacından koparıldığı için kederle inleyen, koparıldığı sahibine ulaşacağı günü sabırla bekleyen Ney. Bizim yaradandan koparılışımız ve ruhumuzun ona döneceği güne duyduğu özlemle Aether, aletin içinden Oyuncakçı’nın ciğerlerine dolarak üflendiğinde başka kabuklara yaşam ve anlam verir. Çünkü beden, ruh olmadan anlamsızdır. 

 

Çise, özünde melankolik, geçmişinde başardığı her şeyi görmezden gelen, kendine güveni pamuk ipliğine bağlı bir karakterdir. Kendine duyulan güveni boşa çıkarmak en büyük korkularındandır. Bu yüzden kitap boyunca her konuda kendinden şüphe duyar. Bu noktada geçmişinde onu tanıyan karakterler devreye girerek ona öz değerini, geçmişte başardıklarını anlatarak kendisine güvenmesini isterler. 

 

Çise’nin Birstlecone ile karşılaştığı an Lanetli Kalp kitabında ayrı bir bölümdür. Yaşlı ağaç ile sohbetinden sonra Çise insanların doğadan ne kadar koptuklarını, özlerinden uzaklaştıkları için ne kadar mutsuz olduklarını öğrenir. En basitinden ayakkabı bile insanı doğa ile arasına mesafe koymuştur. Bölümde kullanılan hiçbir büyü rastgele değildir. Kitabı tamamlamadan önce büyüler üzerine özellikle kafa yorup nasıl icra edilmeleri gerektiği ile ilgili bir kullanım kılavuzu yazdım. Burda kitapta kullanılmayan büyüler, büyülerin sözcüklerinin anlamları, nerden esinlenildiği ile ilgili bütün bilgiler mevcut.

 

Vera’ya yardım etmeyi kabul eden Çise Oyuncakçı’yı bulmak için öncelikle arzularıyla karşılaşacaktır. Bu noktada da pek çok Yunan felsefecisinin arzular ile ilgili söylemlerini okudum. Hepsini bir kaba dökerek kendi hayal gücümle erittim. İnsan arzularını keşfedip onları fethetmeden kendini bulamaz. Bu yüzden Çise Oyuncakçı’yı bulmak için önce kendi arzuları ile yüzleşmeyi ve onları geride bırakmayı öğrenmelidir. Çünkü “Ancak kendi En Karanlık Arzu’su ile yüzleşme cesaretine sahip olanlar başkalarının Karanlık Arzuları’na bakabilirler…”  Kişi başkasını kurtarabilmek için önce kendini kurtarmalı, başkasını bulabilmek için önce kendini bulmalıdır. Bu yüzden Karanlık Arzular Tepesi’ne gitmesi gereken Çise büyücüler tarafından modifiye edilmiş bir Kutsal Emanet ile ancak o tepenin girişine gidebilir. Çünkü aslında olması gereken yere zamanından önce gelmiştir ve arzularıyla yüzleşmeye hazır değildir. Yine aynı sebepten En Karanlık Arzu ile yüzleşmeden önce bütün mağaralardan geçmesi, yani arzuları ile yüzleşerek onları fethetmesi gerekir. Arzularını gördükçe, onlara sahip oldukça sonunun ve anlamının olmadığını görür. Hepsi tek büyük gerçekten dikkati uzaklaştırmak için oradadır; En Karanlık Arzu! 

 

Günün sonunda Çise’nin kendi ile yüzleşmesini, mücadelesini, arzuları ile boğuşmasını anlatır Kayıp Oyuncakçı’nın Peşinde. Kayıp Oyuncakçı’yı ararken kendini bulan bir çocuğun hikayesi. Böyle bakıldığı zaman bana her zaman şiirsel ve dramatik gelir. Başkasına yardım etmek için var gücüyle çalışan birinin aslında kendi ile yüzleşmesi… Bütün hikaye mutluluk kavramını irdelerken büyük ölçüde stoisizmden de etkilenmiştir.

 

Kitabı bitirdikten sonra kendim yaklaşık 4 kere üzerinden geçtim. Çünkü genelde taslak olarak yazar, ardından kurguyu oturtur mantık hatalarını arar ve diyalogları zenginleştiririm. Hiçbir zaman kafamda kurduklarım üzerinden yazsam ne güzel olur demem, yazmaya başlarım ve benim için güzel olur. Yolculuktur benim için yazmak; bazen sapakları kaçırırım, bazen yolda kalırım, bazen de bilinmedik bir diyarda harika manzaraya bakarken bulurum kendimi. Yazmak benim için tesadüfi bir eylemdir, her geldiğinde farklı şekilde dışarı çıkar. Bu yüzden asla şöyle yapın, böyle yapın, doğrusu yanlışı budur diyemem. 

 

Kitabı kendi çapımda bitirdikten sonra sıra bir editör aramaya gelmişti. Lanetli Kalp’i bitirdikten sonra bir çok yere kitabı yollamış ama geri dönüş alamamıştım. Sadece bir yer bana kitabın 1500 sayfadan 500 sayfaya düşürülmesi gerektiğini, ‘anlatma meraklısı’ olduğumu söylemişlerdi. Kendi hikayemden olduğu haliyle keyif aldığım için nasıl anlatılacağı ile ilgili nasihat dinlemek istememiştim. İnsan emeğinin karşılığını mali olarak da görmek istiyordu. Ülkemizde ise kitabı teslim eden kuryenin bile yazardan fazla kazandığını görmek bir nebze kırıcıydı. Yurtdışındaki sistemleri, özellikle Amazon’un ‘print on demand’ sistemini inceledim. Türkiye’de bunu uygulayan firmanın oranlarını gördüğümde kitabımı bastırmanın anlamsızlığı yüzüme bir kez daha vurdu. Kitabı İngilizce’ye çevirerek online kitap sitelerine koymaya karar vermiştim. 

 

Kendim finanse edeceğim için bir internet sitesinden editör ilanı açtım. Konuştuğum insanlar arasından bana en uygun olduğuna inandığım bir hanımefendiyi seçtim. Bu ve bunun gibi noktalarda hislerime güvenmeyi tercih ederim. Mantık süzgecinden itina ile geçen bilgiler rafine edildikten sonra hislerime emanettir. Editörüm de hikayeyi benim gibi sevdi, potansiyeline ulaşması için elinden geldiğince yardım etti. Editöryal süreç kitabın uzunluğuna ve editörlerin ellerindeki iş süresine göre bir gıdım uzun sürebiliyor. Tenis maçı gibi taraflar arasında gidip geldikten sonra yaklaşık 3 haftada tamamlandı. Editörüm kitabı finalize ettikten sonra bana kitapla tanıdığı bir yayınevinin ilgilenebileceğini söyledi. İstemediğimi belirtsem de her şeyin akışında olduğu zamanlarda dalgaya karşı yüzmek yerine onlarla yüzmeyi tercih eden hayat görüşümden ötürü görüşmeyi kabul ettim. Konuşmanın akabinde sözleşmeyi imzaladım. Yayınevleri bu noktadan sonra çoğu hizmeti sağlıyor. Kapağının özel olmasını istediğim için bir sürü çizerin ilerini inceledim ve yine hislerime güvenerek içlerinden birini seçtim. Sonuçtan çok da memnun kaldım. Yayınevine gittikten yaklaşık 1 ay sonra kitabım basılmıştı. Tarafıma gönderilen kopyaları elimde tutmak inanılmaz bir duyguydu. Hayallerin ete kemiğe büründüğü, dokunulduğu, kokusu olduğu o an! Bu şekilde benim hayal gücümden satırlara akan Kayıp Oyuncakçı’nın Peşinde sayfalarla buluşan bir kitap oldu. ‘İyi mi oldu?’ derseniz ‘Olduysa iyi olmuştur,’ derim. İşin pazarlama kısmına hiç girmiyorum bile çünkü o bambaşka bir dünya…. Başka sorularınız, özellikle kitap basımı ile ilgili sormak istediğiniz şeyler olursa bir mesaj uzağınızdayım. Kendini yalnız, Çise gibi güvensiz hissetmeyin.      

 

Hayallerinizin gerçeklerinize sarılması dileklerimle…

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *