AMAÇSIZLIK ÜZERİNE
Sanırım 15 yaşlarındaydım sistem beni kabul etmeyip, tıkır tıkır işleyen çarklarının dışına attığında. Acı vermişti şüphesiz bir planın, bir akışın parçası olamamak. Can yakan parçası olamamak mıydı yoksa başka insanlar tarafından kabul görmemek miydi anılarım net değil. O zamanlara dair duygularım bulanık, adeta dandik bir silgiyle silinmiş gibi; hafif iç içe geçik. O gün kendime çok dert etmiştim, herkesin yer bulduğu bu sistemde yer bulamayışımı. Çok merak ettim, herkes bu kadar rahat içine girebilmişken ben neden açıkta kalmıştım? O gün izlemeye başladım, insanları, hayatı tecrübe ediş biçimlerini. Herkes bir amaca hizmeten yaptıklarını yapıyor, hayatını yaşıyordu. Bende ise bir amaç yoktu! Belki de korkunun kokusunu alan köpekler gibi amaçsızlığımın kokusunu almışlardı ve beni aralarında istememişlerdi. Amaçsızlık boşluk gibiydi benim için, zifiri karanlıktaydım adeta. Herkes birbirine sımsıkı sarılmıştı boşluğa düşmemek için, beni ise hafiflesin diye balondan atılan bir ağırlık gibi atmışlardı.
Okul daha da karışıktı… Biyoloji dersine girdik, öğretmen dedi ki “Hayat, bize üremek ve türümüzü devam ettirmek için verildi!” O zaman bol bol sevişiyoruz diye düşündüm. Hayatın anlamı üremekmiş! Tarih dersine girdik, öğretmen dedi ki “Hayat geçmişten ders çıkartmaktır! Geçmişi olmayanın geleceği de olmaz.” Aklıma yattı. Sonuçta bizi biz yapan şeyler, bizi biz yapacak şeyler hep geçmişte olacaktı. Ne kadar ironik değil mi, geleceğiniz aslında geçmişinizde. Ardından büyük bir zevkle beden dersine girdik, öğretmen dedi ki “Hayat, sağlıktır, bedeninize bakmaktır!” “Tabii ki!” dedim, “Neden olmasın?” Sonuçta bu ruh adı verildiği iddia edilen şey bir bedende vuku buluyordu ve beden kullanım sınırına ulaştığında fiziksel dünya sona eriyordu. “Bundan sonra her gün spor!” dedim. “Bu bedene bakılacak!” Müzik dersine girdik, öğretmen dedi ki “Hayat… Hayat, notaların arasında ahenkle dans eder, gözlerinizi kapattığınızda göremeseniz bile o manayı hissedersiniz!” Gözlerimi kapattım, müzik ruhumla dans ediyordu. O an dertler yoktu, tasalar yoktu, ruhun anla, melodiyle dansı vardı. “Evet!” dedim, “Galiba bu!”
O gün hayatın bir sürü anlamını öğrendim. Öğrendim ama kendi hayatıma bir anlam bulamadım. Şunu fark ettim çocuk kafamla, herkes hayata içinde bulunduğu evin penceresinden bakıyordu ve kimisi kuşları, kimisi yeşili, kimisi yağmuru, kimisi çamuru görüyordu. Ve gözlerini gezdirdiği sınırlı manzarayı “Doğru olan bu!” diye anlatıyordu. Hangisi doğruydu? Hangi hayatı yaşayacaktım? Onların baktıkları pencereden gördükleri benim doğrularım mı olmalıydı?
Soğuk bir gecede ruhumu iliklerine kadar ürperten bir gerçeği gördüm; hayatın bir amaca ihtiyacı yoktu! İnsanların amaca ihtiyacı vardı. Çünkü hayatlarını bir amaca yönelik yaşamak onların ‘son’ korkusunu hafifletiyordu. Bütün bu yaptıklarını, kendilerini mutlu ediyor yanılgısı üzerinden yapıyorlardı. Sonuçta insanoğlu dünyadaki en kibirli yaratıktı. Tabii ki hayatının bir anlamı olacaktı! Ne demek boş bir hayat geçirmek! Bütün bu dünya insanların tecrübe etmesi için yaratılmış! Yiyoruz, içiyoruz, seviyoruz, sevişiyoruz. Hayvanları öldürüyoruz, ağaçları kesiyoruz, daha güzel seyahat edelim diye her yere asfalt döküyoruz. Senin için yapılıyor her şey, bizim için. Ne demek hayatının bir amacı yok!
Aradan yılar geçmesine rağmen ben hala derinlerine baktığımda insanların hayatlarını anlamlandırmak için aşık olma isteklerini, çocuk yapma gayretlerini, bir işte yükselerek zirveye ulaşma çabalarını görüyorum. Bu insanların bana gözleri parlayarak hayatlarının sözde amaçlarını ballandıra ballandıra anlatması ile ilgili bir sıkıntım yok. Kelimelerinin arasına sıkışmış yakarışları tüm netliği ile duyabiliyorum. Ben bunun farkındayım, peki onlar? Girmeye çalıştıkları cennetin, kovaladıkları başarıların, elde etmeye çalıştıkları varlıkların aslında hür iradelerinin arzusu olmadıklarının farkındalar mı?
Hayır, benim bir amaca ihtiyacım yok. Şimdiden hayatımın boşa olduğunu biliyorum ve bunu kabul ediyorum. Benim bir amacım yok, varlığımın kutsal bir tarafı da yok, kendimce büyük başarılarımın cüssesi dahi yok. Yazıyı kafamda anaforlar dönerken sona erdiriyorum çünkü düşüncelerim artık parmaklarımın ucundan akabilecek kadar berrak değil. Belki bir gün çözerim bu bilmeceleri. Belki bugün… Belki yarın… Belki bir gün… 20/07/2017 Salı